Tasarımı Kaydet  Kapat

" Ben Özgürlüğümü Seçtim, Özgürlüğüm Beni Hapsetti" Sema Kopuz Yetiş

" Ben Özgürlüğümü Seçtim, Özgürlüğüm Beni Hapsetti"  Sema Kopuz Yetiş

BEN

ÖZGÜRLÜĞÜ SEÇTİM

ÖZGÜRLÜK BENİ HAPSETTİ

KALAN ÖMRÜME GEÇ KALDIM

KEDERLER BENİ DARP ETTİ.

DİLİM DOLANDI, ELİM ÜŞÜDÜ

KAHROLASI ÖZGÜRLÜĞÜM

KIŞ GÜNLERİMİ DARBETTİ…


Biz özgürlüğü seçtik. İnandık, iman ettik. Özgürlüğü imanda bulduk. Özgürlüğü, inancımızın gereği bildik..

Türkiye neredeyse her on yılda bir gelenek haline gelen bir darbe ya da darbe girişimi deneyimi yaşamış, en son gezi olayları ve 17-25 aralık darbe girişimleri ile bu gelenek, format değiştirerek sürdürülmeye çalışılmıştır.

Ve biz biliyoruz ki; her darbede insanlar temel hak ve hürriyetlerinden, insanlık onurundan yoksun bırakılırlar. Her tür işkence ve aşağılama, devletin bekası adına yapılır.

Bugün 28 Şubat darbesini konuşuyoruz

28 şubat postmodern darbe sürecine  adım adım gidişi kısaca bir hatırlayalım isterseniz;

28 şubat darbesi öncesinde ülke sistemli bir şekilde kaos ortamına sürüklenmiştir. 80 darbesine kadar sağ-sol olarak ortaya konan siyasi kavga şekli, 90lı yıllarla birlikte yerini, İslamcı-Laik, Türk-Kürt, Alevi- Sünni tartışmalarına bırakmıştır. Ardaarda kurulan, ülkedeki ekonomik ve siyasal problemleri
çözmede yetersiz kalan  koolisyon hükümetleri,adeta kaostan beslenenlerin ekmeğine yağ sürmekteydi.

 1990 yılında ardarda gerçekleşen  Muammer Akoy, Çetin Emeç, Turan Dursun siyasi cinayetlerini 1993 yılında Uğur Mumcu ve Eşref Bitlis cinayetleri izlemiştir. Aynı yıl içinde Turgut Özal’ın şüpheli ölümünü de hatırlamak gerekir. 33 erimizin Bingöl’de PKK tarafından katledilmesi, Sivas ve Başbağlar olayları da yine 1993 yılında gerçekleşiyordu.

Ardarda kurulan ,ülkemizdeki siyasi ,ekonomik problemlere çözüm üretmede yetersiz kalan koalisyon hükümetleri ise, adeta kaostan beslenenlerin ekmeğine yağ sürmekteydi.

Milli Görüş hareketi temelinde 90 lı yıllarda daha bir belirginleşen İslami hareket ise, bu yıllarda toplumsal dönüşüm ve özgürlük taleplerini karşılayan en önemli damar olarak öne çıkmıştır. Refah Partisi’nin siyasi başarısı ile bu gerçek ortaya serilmiştir. Refah Partisine olan ilgi giderek artmış ve iktidar yolu görünmeye başlamıştır.

1995 yılındaki genel seçimlerde Refah Partisinin birinci parti olarak çıkması ise malum medya tarafından rejim sorunu olarak manşete çekiliyordu. Bu yükselişi durdurmanın, milletin sesini kısmanın tek yolu olarak her zamanki gibi darbe seçeneğine  başvurulmuştur.

Darbenin merkezinde askerin bulunması, askeri-sivil bürokrasi, medya, üniversite, yargı işbirliği gibi diğer darbelerle ortak yönlere sahip iken, silahlı kuvvetler yerine SİLAHSIZ kuvvetlerin devreye sokulması ve seçilmiş iktidarın bu kuvvetler eliyle itibarızlaştırılması 28 şubat darbesinin diğer darbelerden önemli bir farkıdır. Bu dönemde yaşananlar sadece başörtüsüne karşı olmak şeklinde izah edilemeyecek düzeyde topyekün milletin inancı, değerleri ve varoluşuna kusulan kinin fotoğrafıydı adeta…

Sendika ve odalardan müteşekkil 5’li çete;(DİSK,TÜSİAD,DESK VS) yaptığı açıklamalarla sürekli biçimde iktidarın itibarını düşürmeye ve doğrudan/dolaylı orduyu göreve çağırıyordu. Aczmendiler, Ali Kalkancı, Fadime Şahin isimleri o günlerden hafızalarımızda kalan talihsiz semboller…

Kısaca; darbe, geliyorum diye haykırmaktaydı.

Milletin asli unsurlarını yok etmenin adı olan 28 şubat darbesi, tıpkı 60, 71, 80 darbeleri gibi, toplumun birçok kesiminde önemli travmalara neden olmuştur. Darbelerle yıkılan sadece hükümetler değildir sevgili dostlar… asıl yıkılan gelecektir, umuttur. Milletin özüne dönme serüveni daha başlamadan bitmiştir yine… Bir nesil toplu halde cinnetin eşiğine getirilmiştir. Milletin çocukları bu canavar tarafından ya yutulmuş ya da sakat bırakılmıştır. Boş gözlerin hüküm sürdüğü bir garip ülkenin mağdur, mazlum, yoksul evlatları bir mengenede işkenceye tabi tutulmuş, inanan insanlar üzerine karabasan çökmüştür.

1000 yıl süreceği söylenen karabasan…

Değerli dostlar

Türkiye’nin 28 şubat serencamı hız kesmeden sürerken, beri yandan 1998’den itibaren başörtüsü yasağıyla karşılaşan gençlerin direnişleri yankılanıyordu yurdun dörtbir yanında…

Üniversite önünde oturma eylemleriyle başlayan, Beyazıttan Çapaya onbinlerin katılımıyla gerçekleşen yürüyüşler, İstanbul’dan Ankara’ya bembeyaz bir yürüyüşle devam ediyordu. Her yerde özgürlük, her yerde direniş sesleri yükseliyordu.

Ve nihayet 11 ekim 1998’de, Dünyanın en yüksek katılımlı sivil itaatsizlik eylemi olarak kayıtlara geçen ‘ELELE EYLEMİ’nde 3 milyon kişi yurdu boydan boya elele tutuşarak yasağı protesto etmişti. Aynı akşam benim de kaldığım öğrenci evleri polis baskınına uğramıştı, birçok arkadaşımız gözaltına alınmıştı. Akabinde yıllarca sürecek DGM tecrübesiyle tanışmıştık.

Bir şubat soğuğunda başlayan süreç hızını kesmeden devam ediyor, kamusal alanda yasaklar gittikçe yaygınlaşıyordu. Karıncanın ateşe su taşıması misali olup bitenleri engelleme, direnme çabamız devam ediyordu.

Eğitimleri engellenen gençler olarak, emanet çatılar altında sürdürdüğümüz toplantılarımızı AKDER çatısı altında yapma kararımızla yeni bir sayfa açılıyordu. Başörtüsü direnişi, ilk kurumsal meyvesini vermişti. Eğitimi engellenen öğrenciler olarak, cesur ve yürekli insanların katkılarıyla yeni bir viraja girmiş
bulunuyorduk.

AKDER; bir taraftan hukuksuzluğun önüne geçebilmek için çalışmalarını yürütürken bir taraftan da eğitim hakkı ellerinden alınan başörtülü öğrencilerin eğitimlerini tamamlamalarının yollarını arıyordu. Eğitimlerimizi tamamlayabilmek için arayışlarımız ve bir sabah gelip çatan ayrılık vakti…

Anadan, yardan, vatandan…

Öz yurdumuzda gariptik, öz vatanımızda parya…

İşte benim hikayem de burada başlar;

Evlenmiştim, yedi aylık bebeği olan bir anneydim. Artık eşim ve ibrahim esed’den oluşan küçük bir ailem, babam ve kardeşlerimden oluşan büyük ailem …
Herşey durmuştu. Zaman, mekan… hiçbirşey hareket etmiyordu. Derin sessizlik. Kucağımda ibrahim esed vardı bir de yarım kalmış bir hikaye…
Eşimin fedakarlığı bozdu bu sessizliği. Biz burada kalıyoruz, sen de arkadaşlarınla birlikte gidip okulunu tamamlayıp geliyorsun, o zalimlere vereceğin en keskin cevap bu, dedi. Küçük ailem bu fedakarlığa hazırdı ama büyük ailem karşı çıkıyordu.

Bundan sonraki yılların iki ülke-üç şehir arasında geçti;

İstanbul; evim-eşim

Rize; evladımı emanet ettiğim şehir

Bakü; imtihanım olan şehirdi

Yıllar yarım kalan okulumu bitirme çabasıyla iki ülke-üç şehir arasında, elimde bavullarla geçti. Hala yolculuk deyince içim daralır.

Bu mekik dokuyuşlarım sürerken İbrahim Esed büyüyordu. Benden önce, ona  bakan yengeme ‘anne’ demişti. İlk adımlarına, ilk kelimelerine şahit olamamıştım.

Bakü’ye giderken üç kişi olan ailem dönerken dört kişi olmuştu.

Döndükten 3-4 ay sonra ahmet bera aramıza katılmıştı.

Yurtdışı hikayem bitip vatana döndüğümde, 1997de başlayan buhranlı süreç hala devam ediyordu.

Bizi birarada tutan çatımız AKDER, oradaki aktif arkadaşlarımızın çabasıyla ateşe su taşımaya devam ediyordu. Artık AKDER beş yaşındaydı. Aralarında rahmetli Güzeyya’nın da bulunduğu arkadaşlarımızla birlikte bayrağı devraldık ve ömrümün en bereketli yıllarını AKDER başkanı olarak daha da bereketlendirdim.

Bakü’ye yola çıkarken en büyük desteğim olan eşim AKDER başkanlığında da en önemli destekçim olmuştu.

AKDER’e sahip çıkmak bizim içim umuda sahip çıkmaktı.

Ülke zifiri karanlıktaydı, o karanlığın içinde yanan bir umut ışığıydı AKDER…

AKDER’de bir avuçtuk, samimiydik, ümitliydik ve sorumluluk sahibiydik. Sadece başörtüsü mücadelesi değil, adeta darbe sürecinin tamamına karşı çıkmak bizim sorumluluğumuzdaydı…

Türkiye halkı yasaklarla yaşamayı öğrenmemeliydi…

Yurt içi ve yutdışında çeşitli faaliyetlerle yasakların kalkması için çabalıyor, bir yandan da yurtdışında okuyan öğrencilerin finansmanını oluşturmaya çalışıyorduk.

Bu süreçteki en büyük destekçilerimizden biri olan Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip ERDOĞAN’ı anmadan geçemem. Belediye başkanlığı elinden alınarak, cezaevine konularak bizzat kendisi de 28 şubat mağdurlarından biriydi.Kendisiyle  zaman zaman görüşüyor, destek taleplerimizi iletiyorduk .

Tayyip ERDOĞAN bizim için siyasi parti lideri, başbakan, cumhurbaşkanı olmaktan çok öte  ‘koskocaman bir yürek’ti.  

Bir tıbbiyeli olarak, benimle beraber çalışan arkadaşlarımın birçoğu sayısalcı olmasına rağmen, çeşitli yayınlar yapıyor, kitaplar, broşürler, dergiler hazırlıyorduk. Hak arama mücadelesini uluslararası kuruluşlar nezdinde de sürdürüyorduk.

Samimiyetle yola çıkmıştık; hem öğreniyor hem de su taşımaya devam ediyorduk. Bu süreçler yaşanırken yıllar yılları kovalıyor, yurtdışında eğitimini tamamlayan arkadaşlarımız peyderpey geri dönüyorlardı. Bu defa da başka bir sorunla yüzleşmemiz başlamıştı; yurtdışından aldığımız 
diplomalara denklik verilmiyordu. Kimi okullar için denklik sınavı hakkı tanınmıştı, ancak bir şartla;

başörtüsünü çıkarmak!

2002 den sonra siyasi atmosfer hızla değişmeye başlasa da yaramıza henüz merhem olmuyordu.

Artık hayal kurmuyordum, en kötü sona, tüm çabalarıma rağmen hazırlanmıştım. Sanırım 6 yaşında başladığım eğitim maceram bitmek üzereydi. Hani aydınlığın en yakın olduğu an karanlığın en kesif olduğu andır ya; yeniden bir dirilişle arkadaşlarımızla birlikte kapıları yeniden zorlamaya karar verdik.

Denklik sınavı için hazırlanmaya başladık. Zalimler o kadar acımasızdılar ki denklik sınavı asgari bilgi düzeyini ölçmek için yapılırken bizim girdiğimiz sınavlarda sorular uzmanlık soru bankasından hazırlanıyordu. 2 yıllık bir uğraştan sonra yıl 2008 olduğunda, yasakların başlamasından 10 yıl sonra
denkliklerimizi alabilmiştik.

Bugün başörtüsü diye bir sorun yok…

20li yaşlarda başlayan hikayemiz, 40 lı yaşlarda mutlu bir sonla yeni bir evreye girdi artık…

Yeni bir evre demek lazım…

Çünkü hayat; iman ve cihat

Yaşananlar unutulmamalı

Geleceğimizi tanzim edecek olan bilhassa gençlerimizin , bu hafızaya çok daha fazla sahip çıkması gerektiği kanaatindeyim.

Konuşmamı sonlandırırken başta BEN diye başladığım şiiri SEN le bitirmek istiyorum;

SEN

BEKLERKEN BUNU DA DÜŞÜN

HAYALLERİN KAVRULSUN SICAKTAN

KIŞ GÜNLERİNİ ÖZLE

BİR ÇOCUK AĞLASIN İÇİNDE

BİR ANNE HAYKIRSIN

KAHROLASI ÖZGÜRLÜĞÜN

DÖRT MEVSİMİ YAŞATSIN


Tekrar hepinize saygılarımı sunuyor, yüreklerimizdeki şubat sürgünü sürecek olsada,küresel 28 şubatlarında son bulması  duasıyla Allaha emanet olunuz.

 

Sema Kopuz Yetiş